Son dönemde başta Göbeklitepe olmak üzere farklı örnekler kendini gösterse de halen ilk devletli toplum diyebileceğimiz Sümerler ve çağdaşları Mezopotamya’da ortaya çıktı. Köleci uygarlığı temsil eden Antik Yunan-Roma medeniyeti ise Mezopotamya’nın çevresinde, Akdeniz’de filizlendi. Feodalizmin en ileri, en gelişmiş örnekleri Asya’nın köklü kavimlerinde ortaya çıktı. Son olarak feodal uygarlığın olgunlaştığı Asya’nın çevresinde, Macellan’ın Ümit Burnu’nu dönüşünden sonra kapitalizmin uygarlığı Atlantik kıyılarında ortaya çıktı.
Dünyamız yine bir uygarlık değişimi yaşamaktadır. Bu süreç de tarihin bu merkez-çevre yasasına uygun şekilde işlemektedir. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika merkezli gelişen kapitalizm, çürüme dönemine girerek emperyalizme dönüşmüş, emperyalizme karşı ezilen milletlerin mücadelesi içerisinde Asya Çağı’nın ilk ışıkları görülmüştür. Bugün üretimden kopan, haraç sistemine dönüşen, insanı kendine ve doğasına yabancılaştıran, insan yaşamına kasteden, yıkıcı bir hal alan emperyalist-kapitalist hegemonyacılığın alternatifi paylaşmacı-kamucu Asya Çağı olarak yükseliyor.
Devletli Toplumların Sırrı
Bu yeni yükselişte kavranması gereken en önemli mesele; Asya’da kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizme karşı direniş gösteren, onunla savaşarak demokratik devrim sürecini ilerleten, bağımsız milli devletleri kuran ve geliştiren, Asya Çağı’nın ilk devrimlerini başaran ve bugün de hegemonyacılığa karşı çok kutuplu dünyanın başını çeken milletlerin aynı zamanda yüzyıllar boyu büyük imparatorluklar kurmuş, devlet ve ordu örgütleme yeteneğine ve birikimine sahip milletler olmasıdır. Türkler, Çinliler, Farslar, Ruslar, Hintliler, Araplar dünün devlet ve uygarlık kurucuları, bugünün devrim ülkeleridir. Bu bir tesadüf değildir. Bu milletlerin devlet birikimi ve milletleşme yolundaki başarıları emperyalizmin iki nihai eğilimini felç ediyor.
Birincisi, emperyalizmin nihai amacı ezilen milletleri devletsiz bırakmak, azami sömürüsünün önünde engel olan milli devleti, onun gümrük duvarlarından milli pazarına kadar tüm öğelerini ortadan kaldırmaktır. Devletsiz kalmış, tam sömürge statüsüne itilmiş bir halk emperyalizm için en muteber seçenektir. Bu yüzden tarih boyunca süregelen devlet ve ordu örgütleyebilme yeteneği, emperyalist sömürünün önündeki en önemli engeldir.
İkincisi, geçmişte büyük imparatorluklar kurmuş milletler aynı zamanda birçok kavmi bir arada yaşatma, kaynaştırma yeteneğine sahiptir. Farklı kavimlerle cepheleşen ve çatışan değil; onların ileri özelliklerinden beslenen, harmanlanmış, birçok kavmin özelliklerini içinde barındıran “millet” olmak bu köklü imparatorluklar mirasıyla mümkündür. Emperyalizm ise milletleşme sürecini dağıtan, toplumu etnik ve mezhepsel olarak parçalayan ve feodal kalıntıları dirilten bir rol oynar. Emperyalizmin eğilimi milleti dağıtmak iken imparatorluklar kurmuş milletler kavimleri birleştirir, kaynaştırır.
Bu özellik milliyetçilik düşüncelerine de yansımaktadır. Yusuf Akçura’nın yaptığı devrimci ve gerici milliyetçilik ayrımında olduğu gibi; Türk, Çin, Fars milliyetçilikleri geçmişte İngiliz, bugün Amerikan emperyalizmini hedef alırken ve farklı etnik unsurlar arasında bir birlik oluştururken; Yunan, Ermeni, Kürt milliyetçilikleri ise hep bölücü ve işbirlikçi bir konuma düşmüştür ve cephelerini emperyalizme değil kendi komşularına dönmüşlerdir. Bunun en önemli sebebi, sahip olunan veya olunmayan uygarlık birikimidir. Türk milleti, “Kurtuluş Savaşı’nı veren ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına” verilen isimdir ve devrimle oluşmuş bir siyasi tanımdır. Peki bu uygarlık birikiminin içinde hangi cevherler yatmaktadır?
İpek Yolunun Yolcuları: Türkler ve Çinliler
Türklerin ve Çinlilerin, dünya tarihinde feodal dönemin en önemli ve kilit uygarlıklarını inşa ettiklerini söylemek haksız bir tespit olmaz. Feodal üretim ilişkilerinin ve kültürün oluşturduğu uygarlığın doruğunu temsil eden bu iki uygarlık, dünya tarihinin önemli kırılmalarına önderlik etti. Bu kırılmaların yaşandığı ve bu uygarlıkların serpildiği zemin ise hep tarihi İpek Yolu üzerinde oldu.
Türkler, MÖ 1000’lerden MS 1000’lere kabile konfederasyonundan devlet ve imparatorluk kuruculuğuna uzanan serüvenlerini İpek Yolu’nun Orta Asya merkezlerinden Anadolu’ya doğru bir rotada yaşadılar. Bu rotada ilerlerken en belirgin özellikleri, Turfan bölgesindeki mucizevi Karız Kanalları’nın en önemli örneği olduğu ciddi tarımsal üretim atılımlarını da tecrübe etmekle beraber, esas olarak temel üretim tarzı göçebe hayvancılık olan bir toplumda; geniş, çelik disiplinli, hareket kabiliyeti ve savaşma yeteneği yüksek ordular kurabilmeleriydi. Bu ordular ve onları yöneten hakanlar, fethettikleri tüm yerlerdeki ve Anadolu’daki medeniyet birikimini sahiplendiler, harmanladılar ve özümsediler. Kendi devletleşme tecrübeleriyle bu mirası birleştirmeyi bildiler.
Türkler, İpek Yolu’nda simgeleşen ticaret yollarının gelişmesine ve bölgenin zenginleşmesine yönelik en büyük katkılarını Selçuklulardan bu yana Anadolu içlerinde kendi köylüsünü ezen, üretimi ağır vergi yükleri altında boğan, hantallaşmış ve yeni bir medeniyet iddiası kalmamış Bizans’ın yerini alarak ve genç, dinamik ve yükselişte olan yeni bir feodal uygarlığa önderlik ederek sağladılar. Bu uygarlık devriminin doruğu ise Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi olarak saptanabilir. Bu fetih, hem ticaret yolları üstündeki ölü ağırlığı kaldırmış hem de genç Türk feodalizminin imparatorluk kurma aşamasına sıçramasına yol açmıştır. Aynı zamanda Avrupa’nın sonraki yüzyıllarda deneyimleyeceği ve Machiavelli’nin ünlü “Prens” eserinde tarif ettiği merkezi feodal imparatorluk modeline Türkler ve Fatih Sultan Mehmet örnek oluşturmuştur.
Batı’nın ademi merkeziyetçi, senyörler ve derebeyleri otoriteleri ile parçalanmış feodalizminin karşısında merkeziyetçi, üretimi geliştiren, ticaret yollarını denetleyen ve büyük ordular, fetihler düzenleyen feodal imparatorluk modelini en başta Türkler ve Çinliler temsil etti. Bu sebeple feodal çağın geri kalmış Avrupası kapitalizme çıkışını Türk, İslam ve Çin medeniyetinin birikimine sarılarak sağladı.
Uygarlık Beşiği Çin
Bu birikimin en parlak örneklerinden biri kuşkusuz Çin medeniyetiydi. 4000 yılı aşkın tarihiyle dünyanın en eski yerleşik medeniyeti olan Çin; tarih boyunca zenginlik, ticaret, icatçılık ve refah ile özdeşleşen bir uygarlık inşa etti. Yerleşik bir tarım medeniyetinin, canlanmış ticaretin ve İpek Yolu’nun merkezi olmanın getirdiği avantajlarıyla yüzyıllar boyu Batı toplumlarının hayal edemeyeceği bir zenginliğin sahibi oldu. Han Hanedanı döneminde Orta Asya’ya giden ticaret yollarının güvenliğini sağladı, ipek ticaretine öncülük etti. Bilge Kağan’ın Orhun Yazıtları’nda geçen “Çin bodunuyla ilişkileri düzelttim. Altın, gümüş ve ipeklileri sorunsuzca verir.” cümlesinde bahsettiği ipekliler, Çin’in en büyük zenginliklerinden biriydi. Bu örnekte de görüldüğü gibi Çin her dönemde barışı korumayı ve ticareti sürdürmeyi esas alan bir yöntemle yüksek uygarlık ve kültürünü korudu, birçok kez Çin anakarasına düzenlenen istilalar da bu yüksek kültürün içerisinde eridi. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, Çin’i istila eden Cengiz Han’ın torunu Kubilay’ın kurduğu ve Çin’e hükmeden hanedanın zamanla Çin gelenek ve kültürünü benimseyerek Çinlileşmesi, Yuan Hanedanı’na dönüşmesi ve sonrasında da Han Çinlileri tarafından yıkılmasıdır. Bununla beraber Çinliler, kendi çevrelerindeki kültürlerden de beslenmeyi bilmiştir. Bunun da en çarpıcı örneği Hint kökenli bir din olan Budizm’in Çin toplumunda kökleşmesidir. Tang ve Song Hanedanları döneminde Orta Asya içlerine kadar büyüyen ve zirvesini yaşayan Çin medeniyetinin insanlığa en önemli katkıları da yeni icatlar alanında oldu. Kağıt, barut, matbaa, pusula, mürekkep, ipek başta olmak üzere çok çeşitli alanlarda dünyayı değiştiren icatlar gerçekleştirdiler ve farklı medeniyetlerle etkileşime girdiler.
Çin medeniyeti de başta bahsettiğimiz uygarlığın diyalektik yasalarından nasibini aldı. Feodal uygarlığın doruğu diyebileceğimiz Çin, Ming Hanedanı sonrasında gelişimini durdurdu, içine kapandı ve bir süre sonra oluşan dış ticaret çağı kapitalizmi karşısında sömürgeleşme tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Bu gelişimin durmasını klasik liberal iktisatçı Adam Smith şöyle açıklıyor: “Çin uzun yıllar dünyanın en zengin, yani en verimli ve en iyi işlenen topraklarına sahip, en çalışkan, en fazla nüfusa sahip ülkesi oldu. Ama öyle anlaşılıyor ki uzun zamandan beri durağan bir ülkedir. Bundan beş yüz yıl önce orayı ziyaret eden Marco Polo, aynen bugün bu ülkeyi ziyaret edenlerin kullandığı kelimelerle Çin’de ne kadar iyi tarım ve sanayinin olduğunu, nüfusunun ne kadar çok olduğunu anlatıyor. Mümkündür ki, Marco Polo’dan çok önce de Çin, kendi yasa ve kurumlarının doğası gereği kazandığı bütün bu zenginliklere sahipti.”
Devlet Teorisinin Asya’daki Kökleri
Çağlar boyu büyük imparatorluklar kurmuş, tarihe damga vurmuş bu kavimlerin içinden elbette devletin yapısı, doğuşu, gelişimi, devlet yönetme sanatı ve siyaset felsefesine dair en büyük bilginler çıktı ve devlet teorisi alanının temellerini attı. Çin medeniyetiyle özdeşleşmiş Konfüçyüs, Sun Tzu, Mensiyüs ve Türk medeniyetinin içinden çıkan Tonyukuk, Yusuf Has Hacib, Nizamülmülk gibi şahsiyetler Asya’nın ve özellikle Türklerin ve Çinlilerin devlet birikimini teorileştiren simge isimler oldular. Toplumbilimin kurucusu diyebileceğimiz ve Mukaddime’siyle devlet teorisinde çığır açarak gelecek kuşakları etkileyen İbni Haldun, işte bu Asyatik miras üzerinde yükseldi. Batı’da siyaset biliminin öncüleri arasında sayılan Machiavelli, Bodin, Hobbes, Weber gibi düşünürler de bu köklerden beslenerek kendi teorilerini inşa ettiler.
Yeni Bir Uygarlığın Eşiğinde
Çağdaş uygarlık, üretici güçleri ve insanlığı özgürleştiren ve geliştiren yeni bir toplumsal-ekonomik sistemin yükseldiği uygarlıktır. Çağdaş uygarlık tanımı da tarih boyunca değişken bir tanım olmuştur. 15. yüzyılda çağdaş uygarlık gelişen ve filizlenen Batı medeniyetiyken 20. yüzyılın başından beri ise ezilen dünyanın kaynaklarına silah zoruyla el koyarak, faizcilik ve rantiyeye saplanarak çürüyen ve gitgide üretimden kopan emperyalist-kapitalist sistemin alternatifi olarak gelişen Asya Çağı devrimleridir. Yükselen Asya Çağı bugün ciddi bir kırılma noktasında hegemonyacılığa karşı insanlığın paylaşmacı-kamucu yeni uluslararası düzen arayışını temsil etmektedir.
Bu kırılmada, Asya’nın Doğu ve Batı uçlarındaki kaleleri Çin ve Türk milletlerinin oynayacağı rol çok kritiktir. Ortak bir geleceğe ulaşmak için ortak bir tehdidi göğüslemek durumundayız. Çin Halk Cumhuriyeti’nin öncülük ettiği Kuşak-Yol Girişimi, Çin’in ve birlikte hareket ettiği milli devletlerin ABD hegemonyacılığına cevabıydı. Ama karada tarihi İpek Yolu’nu canlandıran ve yeni tip adil ve paylaşımcı düzenin örneklerini yaratacak bu girişimin deniz ayağını örgütlemek büyük önem taşıyor.
ABD emperyalizmi dünya çapına yaydığı hakimiyetini ünlü tarihçi Alfred Thayer Mahan’ın deniz gücünü refah ve zenginliğin en önemli ayağı saydığı teorilerinin üzerine inşa etti. Bugün de ABD’nin emperyalist saldırganlığının en hayati iki tehdidinin Doğu Akdeniz ve Güney Çin Denizi’nde odaklandığını görüyoruz. Doğu Akdeniz’de Yunanistan, İsrail ve Güney Kıbrıs ile Güney Çin Denizi’nde QUAD gibi girişimlerle Türkiye ve Çin’in milli çıkarları tehdit ediliyor. Bu iki bölge aynı zamanda “Deniz İpek Yolu”nun inşası ve Kuşak Yol Girişimi’nin denizlerdeki ayağının tamamlanmasındaki kritik rolüyle yeni İpek Yolu’ndan gelişecek uygarlığın da önünün açılması için anahtar rolünde. Çin ve Türkiye’nin bu ABD merkezli tehditlere karşı geliştirdiği stratejiler de benzerlik taşıyor: Türkiye’nin Mavi Vatan Doktrini ve Çin’in Milli Mavi Toprak Doktrini.
Çağlar boyu dünya tarihine yön vermiş Asya’nın iki ucundaki iki köklü uygarlığın kaderi, hegemonyacı ortak tehdide karşı ortak güvenlik sorunlarının çözülmesi ve Xi Jinping’in deyimiyle “insanlığın ortak kader toplumunun” inşasında bir kez daha kenetlenmiş bulunuyor.
**Kaynakça:**
1. Doğu Perinçek, Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek, Kaynak Yayınları
2. Vladimir İlyiç Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü: Emperyalist Ekonomizm, Kaynak Yayınları
3. Kemal Şenoğlu, Yusuf Akçura: Kemalizmin İdeoloğu, Kaynak Yayınları
4. Doğu Perinçek, Osmanlı’dan Bugüne Toplum ve Devlet, Kaynak Yayınları
5. Ray Huang, Çin Tarihi: Bir Makro Tarih Yaklaşımı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
6. Efe Can Gürcan, Türkiye ve Çin’in Değişen Deniz Jeopolitiğinin Neo-Mahancı Bir Okuması, BRIQ 2.Cilt, 1.Sayı