2024’ün sonlarında Çin’in 30 yıllık tahvil getirisi ilk kez Japonya’nın 30 yıllık tahvil getirisinin altına düştü. Çin’in beklenenden yavaş ekonomik büyümesi ve Çin Halk Bankası’nın ekonomiyi canlandırmak için attığı adımlar nedeniyle 30 yıllık tahvil getirileri %2’nin altına düştü. Batı medyası bu gelişmeyi abartmaktan ve çarpıtmaktan çekinmedi. Bu süreci Japonya’nın deflasyon ve durgunluk dönemine benzettiler ve buna “Japonlaşma” adını verdiler. Türkiye’de neoliberal yorumcular durumu abartmakta daha da hızlı davrandılar. Rusya’nın operasyonunun ardından üç ay içinde çökeceğini iddia eden Prof. Dr. Özgür Demirtaş, Çin ekonomisinin “parçalandığını” ileri sürdü. Peki Çin ekonomisi gerçekten sıkıntıda mı? Gelin yurtdışındaki neoliberallerin sıklıkla dile getirdiği nedenleri tek tek inceleyelim.
Neoliberallerin Çin’in %5 büyümesini tahvil getirilerindeki kısa vadeli hareketlere işaret ederek eleştirmelerinin gülünç olduğunu düşünüyorum. Hayranlık duydukları ABD ve G7 ülkeleri, 2024’te zar zor %1 büyümeye çalışırken, Çin, dünyanın resesyona doğru gittiği bir yılda (IMF tahminlerine göre) %5 büyüdü. Başka bir deyişle, Çin G7’den en az beş kat daha fazla büyürken, neoliberaller bu büyümeye burun kıvırıyor! Aşağıdaki tabloda son on yıldaki büyüme eğilimlerine baktığımızda, Çin ekonomisinin istikrarlı bir büyüme hızını koruduğunu görebiliyoruz. Japonya’dakine benzer bir durgunluktan bahsetmek için, art arda birkaç yıl %2’nin altında büyüme olması gerekir. Tablo, Çin’in büyümesinin gücünü ve ABD ve G7IMF olarak adlandırılan Batı bloğuna ve Orta Gelir Tuzağı’na olan üstünlüğünü ortaya koyuyor.
Neoliberal ekonomistler, Çin’in son yıllarda önceki on yıllara kıyasla daha yavaş büyüme oranlarına işaret ederek “orta gelir tuzağına” düştüğünü iddia ediyorlar. Orta gelir tuzağı, bir ekonominin kişi başına düşen geliri belli bir seviyeye ulaştıktan sonra o seviyede takılıp kaldığı ve daha fazla ilerleyemediği bir durumu ifade eder. Bu kavram, bir ekonominin yüksek gelirli bir ülkeye geçiş çabalarında yavaşlama anlamına gelir ve bunun sonucunda daha kısa büyüme dönemleri yaşanır. Bu tuzağa düşen ekonomiler genellikle düşük tasarruf oranları, yetersiz yatırımlar, sanayileşmede yavaş ilerleme ve zayıf işgücü piyasası koşulları gibi zorluklarla karşı karşıya kalır. Ücretler arttıkça rekabet avantajları kaybedilir.
Ancak Çin için durum böyle olmamıştır. Ücretler artmaya devam ederken Çin, elektrikli araçlar ve yenilenebilir enerji gibi sektörler de dahil olmak üzere yüksek katma değerli, yüksek teknoloji endüstrilerinde lider konuma yükselmiştir. Çin ekonomisinin temel özelliklerinden biri, merkezi planlamaya olan bağımlılığıdır. Planlama öncelikli sektörleri belirler ve sürekli üretimi sağlamak için büyük altyapı yatırımları yapılır. İlk bakışta, bu yatırımlar bütçeyi zorlayan veya borçlanmayı gerektiren verimsiz kaynak tahsisleri gibi görünebilir. Neoliberaller bu tür yatırımları “verimsiz, kamuya yük olan ve enflasyonist” olarak etiketler. Ancak, alana ve yatırım araçlarına bağlı olarak, yıllar veya on yıllar sonra sonuç verirler.
Çin, yüksek hızlı demir yolu yatırımlarına önemli miktarda borçlanarak başladığında, Batı medyası bu çabayla alay etti. Bugün Çin, yüksek hızlı demir yolu ağı sayesinde dünyanın en hızlı hareket eden iş gücüne sahip ülkesidir. Üretilen tasarruf ve katma değer muazzamdır. Bu arada, başarısız olacağı tahmin edilen Çin Demiryolları şirketi artık oldukça karlıdır ve borçlarını hızla ödemektedir.
Neoliberallerin bir diğer iddiası da Çin’in sözde “aşırı kapasitesi”dir. Çin ekonomisi hakkında yorum yapan her ana akım ekonomist şu mantrayı tekrarlar: “Çin, rekabeti bozacak şekilde aşırı üretiyor ve sübvansiyon sağlıyor.” Bu eleştirmenler, Batı ülkelerinde sağlanan sübvansiyonları, teşvikleri ve hibeleri rahatlıkla görmezden geliyorlar. Örneğin, Amerikan şirketi Apple, ABD pazarının ihtiyaç duyduğundan çok daha fazla akıllı telefon üretiyor -neoliberallerin aşırı kapasite olarak adlandıracağı şey- ve bunları küresel olarak ihraç ediyor. Ya da son yıllarda rekor seviyelere ulaşan, iç pazarı doyuran ve yurtdışına ihraç eden Amerikan petrol endüstrisini düşünün. ABD’nin yüksek üretim seviyeleri petrol fiyatlarının düşürülmesinde önemli bir rol oynamıştır. Petrol ve teknoloji sektörleri ABD’de en çok sübvanse edilenler arasındadır, ancak neoliberaller Batı’daki bu tür desteğin etkisini küçümseme veya görmezden gelme eğilimindedir.
Çin’in Girişim Sermayesi Ekosistemi Batı’yı Geride Bıraktı
Çin’in girişim sermayesi ekosistemi Batı’yı çoktan geride bıraktı. Çin’in yeni teknolojilerdeki önemli atılımlarının bir nedeni, hükümetin siyasi bağlardan bağımsız olarak en iyi özel işletmelere verdiği sarsılmaz destektir. Çin’i aşırı üretimle suçlayan neoliberal eleştirmenler, ülkenin üretimi artırarak ve inovasyonu teşvik ederek güneş enerjisi maliyetlerini düşürmeye yaptığı katkıları göz ardı ediyor. Çin’in güneş enerjisi üretimi ve teknolojisindeki çabaları sayesinde, güneş enerjisinden üretilen elektriğin maliyeti %89 oranında azaldı.
Çin’in 120 ülkenin ticaret ortağı olma statüsünün altında üç temel faktör yatıyor: nadir toprak metallerinin bolluğu, yeşil teknolojideki uzmanlığı ve geniş endüstriyel üretim kapasitesi. Bu nedenle, neoliberal iddiaların aksine, Çin’i izole etmek mümkün değil. Çin, dünyada neredeyse her ara malın en az bir bileşenini üreten tek ülkedir. ABD, Hindistan, Meksika ve Vietnam’dan ara mallar tedarik ederek Çin’e olan bağımlılığını azaltmayı hedeflerken, bu ülkeler genellikle gerekli parçaları Çin’den ithal ediyor, yeniden markalaştırıyor ve ABD’ye ihraç ediyor. Sonuç olarak, ABD’nin tüm çabalarına rağmen Çin pazar payını kaybetmiyor; küresel pazar varlığını artırıyor. Dolayısıyla, Sovyetler Birliği veya Doğu Bloku ülkelerini izole etmeye benzer şekilde Çin’i kenara itme yönündeki neoliberal beklentiler asılsız kalmaya devam ediyor.
ABD’nin Çin’e Karşı Stratejisi Başarılı Olacak mı?
Amerikan otomotiv devi Ford’un CEO’su Jim Farley’nin Çin ziyaretinin ardından yaptığı yorumlar anlamlıydı. Farley, Çin’in Batılı otomotiv markalarından çok daha ucuz ve daha kaliteli ürünler ürettiğini ve bunun Batılı şirketler için açık bir tehdit oluşturduğunu itiraf etti. Ford, elektrikli araçlara yaptığı yatırımlardan 2024’te 5 milyar dolar zarar etti. Şirket, Çin’den patent alarak ve Çinli firmalarla ortaklık kurarak üretimini sürdürmeye çalışıyor. Benzer zorluklar Apple ve diğer büyük Amerikan şirketleri için de geçerli. Apple’ın Çin ara mallarına olan bağımlılığı her geçen yıl artıyor ve bu da Trump’ın Çin’e karşı uyguladığı sınırlama stratejisinin başarılı olma ihtimalinin düşük olduğunu gösteriyor.
Bu durum ayrıca Çin’in kendi alanıyla sınırlı kalacağı ve ABD’nin Çin’e olan bağımlılığını ortadan kaldıracağı yönündeki neoliberal iddiayı da çürütüyor. ABD Çin’e olan bağımlılığını azaltmayı başarsa bile, Çin’in iç pazarı ABD pazarının kaybını telafi edecek kadar büyük. Sonuç olarak, Çin ekonomisinin “parçalanacağı”, zorluklarının üstesinden gelemeyeceği veya “başka bir Japonya” olacağı iddiaları temelsizdir. Neoliberallerin ve Batı ana akım medyasının Çin’i propagandayla hedef almasının nedeni, tarihte ilk kez Çin ve liderliğini yaptığı BRICS ülkelerinin G7’yi geride bırakmış olmasıdır. G7 için gelecek kasvetli görünse de, BRICS ve Türkiye de dahil olmak üzere diğer gelişmekte olan ekonomiler için parlak.
Bu makale Aydınlık Gazetesi’nden alınmıştır
Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/cin-ekonomisi-hakkinda-sehir-efsaneleri-502890