Çin Devlet Başkanı Xi Jinping (Şi Cinping), geçen yıl Endonezya’da düzenlenen G20 zirvesi sonrası ilk kez ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmek üzere San Francisco’daydı.
Asya Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (APEC) Zirvesine katılmak üzere ABD’ye gelen Xi, Biden ile görüşmesi düşük tansiyonlu ve birkaç müşterek anlaşma ile sonuçlandı. Fakat iki ülke ilişkilerinin geleceği için parlak bir senaryo muhtemel görünmüyor.
Biden-Xi görüşmesi kuşkusuz 2023’ün en çok beklenen ve en önemli ikili zirvesiydi. Yılın büyük bir bölümünde iki büyük ülke, istikrarlı bir iletişim olmaksızın ABD’nin teknoloji yaptırımlarından tutun Çin’in sözde “casus balonlarına” ve Tayvan’a kadar bir dizi mesele üzerinde çekişti. Üstüne Beyaz Saray’ın ABD Ticaret Bakanı Gina Raimondo’nun e-postalarının Çin tarafından hacklendiği yönündeki suçlamalar başta olmak üzere bir dizi olay, ABD-Çin ilişkilerinde yeni bir dip noktası yarattı.
Xi ile nispeten sıcak geçen görüşmenin ardından Biden şunları söyledi: “Doğrudan, açık ve net iletişime geri döndük”. Ancak toplantı aynı zamanda ABD-Çin ilişkilerindeki derin fay hatlarını da açığa çıkardı ve yakın gelecekte herhangi bir ilerlemeye dair çok az işaret var çünkü Amerikan-Çin ilişkilerinin Amerikan hegemonyasından kaynaklanan yapısal çözümsüz noktaları var. Biden’ın, içinde Ronald Reagan’ı kanalize eden ABD’nin Çin’e yaklaşımını “güven, ama doğrula” şeklinde tanımlaması, bilinçli olarak Soğuk Savaş ruhunu harekete geçirdiği anlaşılıyor.
HANGİ İKLİMDE GÖRÜŞTÜLER?
1973’te resmi olarak başlayan Çin-ABD diplomatik ilişkilerine bakarsak, iki ülke arası ilişkiler tarihin en düşük seviyesinde seyrediyor. Biden yönetimi iktidara geldiğinde “21. yüzyıl arası esas meydan okuma bizimle Çin arasında olacak” açıklaması yaparak Trump dönemi Asya-Pasifik’e yoğunlaşan stratejisini sürdüreceklerini açıklamıştı.
Fakat Biden yönetimi hem ülke içinde hem de uluslararası gelişmeler açısından oldukça sıkıntılı bir dönemde. Yaz aylarından bu yana Amerikan medyasının şişirdiği Ukrayna’nın Rusya’ya karşı taarruzu başarısız oldu ve şimdi Kiev’e yönelik yardımların azaltılması tartışılıyor. Bir yandan Hamas’ın başlattığı “Aksa Tufanı” ile Batı Asya’daki üssü İsrail’in vurulabilir olduğunun dünyaya göstermesi ve Filistin meselesini de tekrar kucağında bulan ABD, Asya-Pasifik’e ne kadar yoğunlaşsa da gerileyen gücü düşünüldüğünde bölük-pörçük hegemonyasını sürdürme noktasında karar aşamasına yaklaşıyor. Böylece Çin liderliğinin de tüm bu gelişmeleri göz önüne alarak görüşmeyi bu zamanda kabul edilmesi anlaşılır oluyor.
Yine de Amerika, Pasifik’te Çin’i çevrelemeyi bir yandan sürdürüyor. Son dönemde Asya-Pasifik’te yaşanan gelişmelere kısaca bakacak olursak:
ABD, bu yılın ortalarında Japonya’da bir NATO Ofisi açma planını dillendirdi. Japonya 2023 askeri bütçesi bir önceki yıla göre, milli gelirine oranla iki katına çıkarıldı.
ABD, Filipinler’de 4’ü yeni olmak üzere 7 askeri üs açtı.
ABD Endonezya’ya 2022 şubat ayında 14 milyar dolarlık anlaşma uyarınca F-15 savaş uçakları sattı.
Amerikan’ın Tayvan konusunda agresif hamleler devam etti, geçen yıl Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi Tayvan’ı ziyaret etmişti. Buna karşılık ise Tayvan’ın ayrılıkçı lideri Tsai Ing-wen bu yıl Washington’a gitti.
ABD, 2021 yılında İngiltere ve Avusturalya ile birlikte Pasifik’i nükleerleştirme program olan “AUKUS”u oluşturdu. ABD, Japonya, Hindistan ve Avustralya’dan oluşan QUAD denilen Dörtlü İttifak’a Amerikan yönetimi bir yandan Güney Kore’yi de dahil ederek geliştirme çabalarına devam ediyor. Biden, Beyaz Saray’ın etkili Hint-Pasifik uzmanı Kurt Campbell’ı ABD’nin üst düzey ikinci diplomatı konumuna yükseltecek bir hamleyle Dışişleri Bakan Yardımcılığı’na aday gösterdi. Campbell, Ocak 2021 tarihinden bu yana Ulusal Güvenlik Konseyi’ne bağlı Hint-Pasifik İşleri Koordinatörü olarak görev yapıyordu.
Daha yakın zamana bakacak olursak, ekim ayında ABD Ticaret Bakanlığı, Çinli 12 şirkete “Rusya’ya teknolojik destek verdiği” gerekçesi ile yeni yaptırımlar açıklamıştı. Ayrıca Çin’e yönelik çip ihracatı da iyice kısıtlandı. ABD şu ana kadar 1.300’den fazla Çinli kuruluşu ve kişiyi çeşitli yaptırım listelerine ekledi ve bu liste giderek artacağa benziyor. Bir yandan Amerikan yaptırımların da ters teptiğini söylemek mümkün zira bu yaptırımlara karşı Çin, Huawei’in ürettiği tamamen yerli üretim olan 5G çipi P60’ı duyurduğunu not düşmek lazım.
ÇİN’İN DIŞ POLİTİKA KONSEPTİ VE SINIRLILIKLARI
Çin lideri Xi, son yapılan BM ve G20 Zirvelerine katılmamıştı. Bu sebeple Xi-Biden görüşmesinin ertelemeli olarak yapıldığını söylemek lazım. Çin açısından bakacak olursak Mao sonrası dönemde “dikkat çekmeden ve çatışmadan kaçınarak ekonomik gelişmeye önem veren” dış politika stratejisinin etkileri devam ediyor. Fakat son dönemdeki jeopolitik kırılmalar ve ABD’nin Çin’e yönelik artan düşmanca tutumu, Çin’e de tarihin zorunluluk yasasını hatırlatıyor. Böyle olduğu için 2021’de ABD, Afganistan’dan kaçtıktan sonra Taliban yetkilileri Pekin’deki Büyük Halk Salonu’nda ağırlandı, İran lideri İbrahim Reisi ve Suudi Arabistan Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Xi Jinping ile yüz yüze görüştükten sonra iki ülke dışişleri bakanları Pekin’de bir araya gelerek 7 yıllık askıya alınan diplomatik ilişkilerine yeniden başlama kararı aldılar.
Bunun yanında Çin, İsrail ve Filistin’i Kuşak ve Yol Girişimi içerisinde birlikte kalkınma modeli ile çatışmayı bitirmeye yönlendirmeye çalıştı. Ancak İsrail’deki Siyonist rejimi barışa ikna etmek, İran ve Suudi Arabistan’ı bir araya getirmeye hiç benzemiyor. Bu da Çin’in dış politikada “ekonomiyi ön plana koyarak fiili varlığını artırmaya” dayalı stratejisinin sınırlılıklarını gösteriyor.
DEĞİŞEN ULUSLARARASI DÜZEN’İN ETKİLERİ
Geçmişten bugüne tarihteki bütün uluslararası düzenler, yaratıldıkları dönemde var olan mevcut güç dengelerini yansıtır. II. Dünya Savaşı sonrası kurulan uluslararası düzen ABD çıkarlarını merkeze koyan apaçık bir “Amerikan düzeni”ydi. Ancak zamanla devletlerin göreceli gücü değişir ve sonunda uluslararası düzen artık önde gelen “Büyük Güçler” arasındaki gerçek güç dağılımını yansıtmaz. Bu noktadan sonra mevcut düzenin meşruiyeti sorgulanır ve yükselen güçler buna meydan okur. Bir kere jeopolitik kırılma yaşandığında, güç dengesi kendi yönünde sallandığında ya da sallandığı algılandığında, yükselen güçler, uluslararası düzenden giderek daha fazla hoşnutsuz hale gelir. Sonuç olarak düzene meydan okuyan güçler, mevcut uluslararası düzende yer alan, tabii ki onu yaratan, bir zamanlar baskın olan ama şimdi gerileyen güç tarafından yazılan kuralları değiştirmek ister. ABD-Çin ilişkileri de yapısal sorunlar bağlamında arka planda bunu yaşıyor.
BEYAZ SARAY’IN ÇİN KARŞITLIĞI ARTACAK
Gelecek yıl yapılacak ABD Başkanlık seçimleri de düşünüldüğünde Biden’ın ılımlı bir Çin ilişkileri portresi çizmesi uzun vadede devam etmeyecektir. Hatta Senato Dış İlişkiler Komitesi’ndeki Cumhuriyetçiler görüşme sonrası Biden’ı Çin’e karşı yeterince sert davranmamakla ve “bir dizi anlamsız çalışma grubu karşılığında” Xi’nin taleplerine boyun eğmekle suçladılar. Bu da düşünüldüğünde ABD yönetimi, Çin karşıtı söylemleri artıracağı bir döneme girecektir. “Diktatör” söylemi gelişigüzel bir gaf değildi, Blinken’ın yüzündeki düş kırıklığına rağmen önümüzdeki yıl seçim politikasının bir yandan başlangıcı yapıldı. Buna ek olarak ABD Savunma Bakanlığı “Gelişmiş Savunma İşbirliği Anlaşması” uyarınca Filipinler ve Tayvan üzerinden kışkırtıcılığı devam ettirecektir. Bu noktada gelecek yıl başı Tayvan’da yapılacak genel seçimler büyük önem taşıyor ve ayrılıkçıların olası bir mağlubiyeti ABD’yi Filipinler üzerinden daha saldırgan hamlelere itecektir. Sonuç olarak, Çin tarafı kendi iç ekonomik durgunluğu açısından APEC’i değerlendirme ve BM Güvenlik Kurulunun dönem başkanlığının Çin’e geçmesi sorumluluğun gereği olarak ABD’ye gitti ve “saldırgan taraf biz değiliz” mesajını dünyaya ilettiler. ABD-Çin ilişkilerinin geleceği ise Biden’ın dediği gibi bu yüzyılın jeopolitik kırılmasındaki esas meydan okuma olarak masadaki yerini koruyor.